Ahmet ÖZDEMİR
Âşık Veysel’i dostları hiç unutmadı. Sadık yârine kavuştuğu haftayı, devlet “Ozanlar haftası” ilân etti. Dostları unutsaydı, her yıl ölüm yıldönümlerinde yurdun dört bir yanında anma törenleri yapılır mıydı? Festivaller düzenlenir; adı okullara, amfilere, sokaklara, mahallelere verilir miydi?
Yüce Atatürk’ün dediği gibi, Cumhurbaşkanı dahi olmak mümkün ama gerçek sanatçı olmak mümkün değil. Giderek büyüyen Âşık Veysel sevgisinin nedeni bu olsa gerek. Halkımız, halk sanatçısı Âşık Veysel’i unutmuyor
Âşık Veysel Anası için söylediği şiirinde diyor ki:
“…Doğurmuştu beni Sivas ilinde,
Sivrialan köyünde tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde,
Taşlı tarlalarda avuttu anam…”
Gülizar ana, Veysel’i 1894 Yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde koyun sağmaya giderken, doğurmuş. Göbeğini de kendisi kesmiş, önlüğüne sarıp yürüye yürüye köye dönmüş.
Veysel, yedi yaşına girdiği 1901’de çiçek salgınında bir gözünü, bir süre sonra da kaza sonucu ikinci gözünü kaybetmiş.
Sivrialan ve çevresine Emlek yöresi derler. Âşığı, ozanı bol bir yöredir. Babası Karaca Ahmet de şiire meraklı. Gözleri görmez Veysel’in eline bir saz vermiş. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. İlk hocası, babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Âşık Ali Ağa olmuş.
Veysel, kendini iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Yunus, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Kemter Baba, Veli, Visali, Kul Abdal, Şahan Ağa, Sıtkı, Dertli ve diğer halk ozanlarının dünyalarıyla tanışmış, onların deyişlerini öğrenip söylemeye başlamış.
Âşık Veysel’in hayatında ikinci önemli değişiklik seferberlikte başlamış. Kardeşi Ali ve yaşıtları cepheye gitmiş. Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmış. Gözlerinin görmezliği, onun vatana olan borcunu ödemesine engel olmuş.
Veysel’i akrabalarından bir kızla evlendirmişler. Bir kızı, bir oğlu olmuş. Oğlan daha on günlükken ölmüş. 1921’in 24 Şubat’ında annesini, bir süre sonra da babasını kaybetmiş.
Bir gün Veysel hasta yatarken, Veysel’in eşi, evlerinin yanaşmasıyla kaçmış. Veysel’in acılarına bir acı daha eklenmiş. Altı aylık kızı kucağında kalmış. İki yıl hem annelik, hem babalık yapmış. Ama bu çocuk da yaşamamış.
Âşık Veysel, 1928’de Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evlenmiş ki, hayatta olan iki oğlu, dört kızının annesi bu Gülizar ana olmuş.
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer’le tanışması ve Sivas Halk Şairleri Bayramına katılması, hayatında yeni bir dönemi başlatmış. 1933’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söyleyen Veysel’in gün ışığına çıkan ilk şiiri, Cumhuriyetin Onuncu yılı için söylediği “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”… dizesiyle başlayan şiiri olmuş.
Ahmet Kutsi Tecer Âşık Veysel’in. Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapmasına imkân sağladı.
Türküleri plaklara alındı. Şiirleri başta Ülkü dergisi olmak üzere birçok dergide yayımlanıyordu. 1952 yılında ona büyük bir jübile düzenlendi. 1953 yılında hayatını konu alan “Karanlık Dünya” adlı film çekilmişti. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Ana dilimize ve milli birliğimize katkılarından dolayı” vatanî hizmet tertibinden aylık bağladı.
Âşık Veysel, 15 Ağustos 1971’de Hacı Bektaş Turizm Derneği tarafından çağrılmıştı. Salon tıklım tıklım doluydu Halk ‘Toprak’ şiirini istedi. O “Sayın seyirciler, zaten bir avuç toprağım var. O da üstümü örtecek, size neyimi vereyim” dedi. Ve Toprak’ı okumaya başladı; fakat bitiremedi. Sahneden ayrılmak zorunda kaldı. Bu onun son konseriydi.
Çeşitli hastanelerde tedavi gördü. 1973 yılı ocak ayında doğum yeri olan Sivrialan’a getirildi. Artık hayattan ümidini kesmişti. Son şiirini de yazdırdı. Bu, bir veda şiiriydi:
Selam, sevgi hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne karaya, ne denize
Gelmez yola gidiyorum.
Ne şehire ne de köye,
Ne yıldıza ne de aya,
Uçsuz bucaksız deryaya
Gelmez yola gidiyorum.
Gemi bekliyor limanda
Tayfalar hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum.
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum.
Âşık Veysel, 21 Mart 1973’te doğum yeri olan Sivrialan’da hayata gözlerini yummuştu. Ölmeden “Mezarımın üzeri betonla kapatılmasın, ot bitsin, koyun yesin, süt olsun, kuzu olsun, et olsun, memlekete hizmet olsun” demişti.
Âşık Veysel’in karanlık dünyasını aşan düşüncesi, çağdaş insan sorunlarına çözüm arayacak yol gösterecek kadar gerçekçi olmuştu. 20 nci yüzyılın yeni ve ileri Cumhuriyet Türkiye’sinde, Cumhuriyetçi halk aşığı olmuş, çağdaş yörüngede gönüller fethetmişti.
Veysel’in şiirleri, birlik, beraberlik, sevgi, hoşgörü kaynağıydı. Bütün iyi niyetli, babacan insanlarımız gibi, o da Yalanın, hilenin zararlarını işler, ahlâklı olmanın erdemini yansıtırdı. Çalışmayı öğütlerdi. Çalışma güzelliğini anlatırdı.
Âşık Veysel’in iki dünyası vardı. Biri, dışa dönük olarak yaşadığı karanlık dünyası. Diğeri ise içe dönük, derin, geniş, zengin ve aydınlık iç dünyası. Veysel, iki dünyayı birlikte işleyerek bağdaştırabilen büyük bir sanatçıydı.
Azerbaycan’ın ünlü şairi Prof Dr. Bahtiyar Vahapzade, Âşık Veysel için şunları yazıyor: “Yunus Emre’den 700 yıl sonra, Türk halkının bağrından Âşık Veysel’in sesi yükseldi. 20. yüzyılda, Âşık Veysel’in dilinde, Yunus Emre konuşmaya başladı.”
Âşık Veysel’in bir başka özelliği, tarım mücahidi olduğu ve toprak sevgisini, ağaç sevgisini şiirlerinde yansıtmasıydı.
Sivrialan bir güzel köydür de, yurt olalı bağ nedir, bahçe nedir bilmemiştir. “Atalarımız denemiş, olmamış. Bu toprağın özü bozuk” derlermiş köylüler. Ama Veysel takmış kafasına. Toprak var, su var. Olmayan ne?
Âşık Veysel düşünmüş bir. İnsan meram etti mi gerçekleşmeyecek bir şey yoktur. Toprak ta öyle bir cevher var ki, sen bir ver, ondan sonra o kaç verecek? Yakınlarından yardım istemiş. Kabul etmişler.
Ucun ucun kazımaya, tohumlar ekmeğe, fideler dikmeğe başlamışlar. Görenler güler geçermiş:
“Dedelerimiz, Allahın köründen az mı bilirdi. Onlar düşünüp girişmemişler böyle bir işe.” Derler, alay ederlermiş. Ne ki alay edenlerin evdeki hesabı çarşıya uymamış. O “Allah’ın körü” Veysel’in bahçesi bir olmuş ki, anlatmaya dil ister.
İçerisinde kaysıdan kiraza, elmadan cevize ne arasan var. Bu kez köylüler utanır olmuşlar. “Meğer aslında kör olan bizmişiz. Bizim bakar gözle göremediğimizi, gözü görmez bir âşık; yüreğiyle, gönül gözüyle görmüş.”
Veysel’in meyve bahçesi köyün gurur kaynağı olmuş. Veysel’dir, toprak ona bunca cömert davranır da, o boş durur mu?
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
Âşık Veysel, Cumhuriyetin temeline konulacak en tehlikeli dinamitin ayrılıkçılık olduğunu biliyor ve dikkat çekiyordu. Geleneklerimizin, göreneklerimizin, yerli mallarımızın, yurdumuzun çeşitli yerlerinin güzelliklerini anlatmıştı.
Dış dünyanın rengini, biçimini, çiçeğini, kelebeğini, çocuk yaşının hatıralarından bilen Âşık Veysel’in çok renkli ve aydınlık bir iç dünyası vardı. Kulaktan eğitilmiş olmasına rağmen, halk şiiri geleneğinin kaynağına kadar uzanan köklü bilgisi bulunuyordu. “Âşıklık yolu gül dikenli yoldur, ondurmaz insanı ama gönül coşkusu içinde yaşatır bir zaman” derler. Âşık Veysel’in gül dikenli yolu, onu bir zaman değil ebediyen geleceğe ulaştıracak. Rahmetli anıyoruz. Ruhu şad olsun.