Abdurrahman ŞEN
Çok zengin bir kültür mirası üzerinde oturduğumuz gerçeği bir yana, bu mirastan lâyıkıyla faydalanamadığımız da ne yazık ki bir gerçektir!
Müsebbibi kültür emperyalizmi de olsa bazı komplekslerimiz de olsa kendi değerlerimize karşı burun kıvırır olmak ne yazık ki toplumumuzda oldukça yaygın bir duygu! Ve bu duygudan kaynaklı olarak yaşadığımız ilgi eksikliğinden en çok nasibini alan da ne yazık ki başucu kaynaklarımız arasında ön sıralarda bulunması gereken ozanlarımızdır, türkülerimizdir, nefeslerimizdir; bizzat “Anadolu irfanı” dediğimiz zenginliğimizin gözesi olan halk kültürümüzün bütünüdür!
Çaresiz kalmadıkça dönüp bakmasak da yeri geldikçe övündüğümüz o kültür hazinemizi, asırlar öncesinden bugüne bağlayanlar da koruyucuları da yol göstericileri de ozanlarımızdır! Âşık Veysel Şatıroğlu bu ozanlarımızdan, âşıklarımızdan son derece değerli bir halka olarak aramızda yaşadı, söyleyeceklerini söyledi, uyarılarını yaptı ve fizikken bizlerden ayrıldı… Bu ayrılık sonrasıdır ki o toplumun görevi başlamıştır ve bu görev o söylenenlerin üzerinde düşünmek, o uyarılara kulak vermek olmalıdır… Olmalıdır ki söylenen onca güzel söz boşlukta yankılanıp durmasın, bir an evvel muhatabını bulsun!
Asırlar öncemizi bugüne bağlayıcılar olarak tanımladığımız ozanlarımızın sözlerinden, uyarılarından ihtiyacımız olan dersleri çıkartmazsak, almazsak hatta bize zararı dokunacak başka başka reçetelere itibar etmeye devam edersek, öncelikle kendimizi tanıyamaz hâle gelir, sosyolojik bir hasta oluruz… Bir toplumda böylesine hastalanan şahısların artması hatta daha tehlikelisi, hastalanmış bu kişilerin yetkili etkili makamlara gelmesi durumunda toplum bütünüyle hastalanır ve ne yapacağını bilemez hâle gelir! Toplumun kendini bilmez hâle gelmesi sonucunda o toplumda birlik beraberlik ruhu kaybolmaya, ortak heyecan yok olmaya, millî ülkü unutulmaya ve sonucunda kaçınılmaz olarak yabancı hayranlığı artmaya başlar… Böylesi bir noktaya gelindiğinde ise o toplum çözülmeye başlamış demektir!
Eğer böylesi tatsız, bir millet için yok olma tehlikesi oluşturan durumlara düşmek istemiyorsak, ozanlarımızın tüm miraslarına sahip çıkıp her mısralarını birer uyarı kabul etmeliyiz…
Hatta şunu söyleyebilirim ki; kıymetini bilir, bilme yollarını ararsak, tarihimizi bile en doğru biçimde ozanlarımızdan öğrenmemiz mümkündür!
Bu kabulü sağlıklı yapabilmek adına atmamız gereken adım ise; Dede Korkut’tan Ahmet Yesevî’ye… Mevlânâ’dan Hacı Bektaş Velî’ye… Yunus Emre’den Pîr Sultan Abdal’a… Karacaoğlan’dan Emrah’a, Dadaloğlu’na… Âşık Ruhsatî’den Âşık Veysel’e… Bu onurlu, yalın ve her şeyiyle bizim olan geleneği sürdürmeye gayret eden tüm değerlerimizin hepsini okuyup, özümseyip ayrımsız olarak sahiplenmemizden geçiyor.
Kültürümüzün bu çok önemli aktarıcılarını günümüz sanatlarından istifadeyle en iyi anlatma, fikirlerini nesiller boyu kalıcı kılma yollarının tümünden faydalanmak gibi akademik alanda yapılacak ciddî çalışmalarla da bu alanları desteklemek zorunda olduğumuz bilinciyle, bu çalışmalara ihtiyacımız olduğunu da unutmamak durumundayız!
Toplumumuzun geneline baktığımızda, içinde bulunduğumuz dinî- siyasî- sosyal etkileşimler dolayısıyla kültür hazinemize bakışımızda çok ciddî eksikliklerimiz, sapmalarımız olduğu gerçeğine dikkat çeken fikir insanlarımıza da kulak verdiğimiz söylenemez maalesef!
Kültür hazinemizin kıymetli halkalarının tamamını oluşturan edebiyatçılarımızdan, fikir adamlarımızdan, düşünürlerimizden lâyıkıyla istifade edebilmemizin yolu, o kişilerin kitaplarını, ilgili kaynaklarını okumamızdan geçiyor…
O değerlerimizi en sağlıklı biçimde anlamamızın en doğru yolu bizzat o kişinin ne söylediklerine bakmaktan, eserlerini güncel çıkar çarklarımızda heba etmemekten geçiyor. Bunu yaparken de mutlaka söylendiği – yazıldığı günün şartlarını düşünerek, o kişinin ne söylemek istemiş olacağına bakmalıyız! “Bana göre”, “bence” değil… “O ne demiş”, ona bakmak zorundayız… Aksi takdirde o kıymetimizin hiçbir fikrinden, sözünden uyarısından istifade edemeyiz…
Millî marşımızın şairi Mehmed Âkif’in kürsülerde meydanlarda okunduğunda heyecan uyandıran birkaç şiirinin dışında, Safahat’ın bütününde ne yazdığına hiç bakmayanların düştüğü duruma düşmek istemiyorsak, “bize / bana göre değil!” uyarısına mutlaka kulak vermeliyiz… Eğer gerçekten o fikirlerden, o sözlerden, o uyarılardan faydalanmak istiyorsak, günümüzde rehber ararken hiçbir kıymetimizi kendimize / günümüze uydurmaya çalışmamalıyız…
Şunu asla unutmamalıyız!
Hangi meselemiz olursa olsun, güncel siyasî bakışımızla, yüz yıl öncesinde Mehmed Âkif’in “son üç asırdaki din anlayışımızda bozulmalar” olduğunu vurguladığı güncel din anlayışımızla baktığımız müddetçe ne doğruyu bulabiliriz ne de bize yapılmış uyarılardan faydalanabiliriz!
Çare; kaynaklarımıza yönelmek ve yolumuzu aydınlatacak, açacak olan bilgileri gözesinden ve mutlaka karşılaştığımız her olayı yaşandığı günün şartlarını, ortamını göz önünde bulundurarak değerlendirmektir!
Günümüzün son derece sığ ve bilgiden belgeden uzak bir ortamda süre giden din ve siyaset çekişmeleri arasında öğrendiğimiz hatta öğrendiğimizi sandığımız ve bu sataşmalar arasındaki propagandalarla beynimize sinsice saplanan kıymıklarla sadece Âşık Veysel’i değil, hiçbir ozanımızı anlayabilmemiz mümkün değildir!
Sanal dünyanın bilhassa genç nesilleri alenen teslim alıp dilediğince yönlendirebildiği /yönettiği günümüzde, asırlara varan bir özlemle kültür gözelerimize ağzımızı dayamak, bütün gönlümüzle o kaynaktan beslenmemiz öncelikli ve önemli bir zaruret olarak kendini gösteriyor.
Konumuz Âşık Veysel olduğuna göre, yapmamız gereken de öncelikle ve mutlaka bütün eserlerini okuduktan sonra güvenilir kaynaklardan, yakından tanıyanların eserlerinden hayatını, düşünce dünyasını öğrenmemiz gerektiğidir.
Maalesef günümüzde artık hiçbir düşünce insanımıza, fikir insanımıza, edebiyatçımıza yaklaşımımız böyle olmuyor!
“İnternet” denilen sanal ortamdan alelacele kapılan birkaç yalan yanlış süslü cümlenin büyüsüne kapılan herkes bilgilendiğini sanıyor… Hatta bazıları daha ileri gidip “uzman” bile kesilebiliyor! Eğer bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu konunun önemini kavramazsak; bizim topraklarımızdaki yerli fidelerimizi tohumlarına kadar söküp kökünü kazımaya ve yerine başka toprakların allanıp – pullanmış hastalıklı fidelerini dikmeye devam edecek topraklarımızda ve nesillerimizde gözü olanlar!
Üzülerek ifade etmeliyim ki; Âşık Veysel’i sağlıklı biçimde anlamak istiyorsak öncelikle kabul etmeliyiz ki; Türk toplumu olarak bizler Âşık Veysel’i de “bize göre” çıkarcılığının ardından genelde sloganlar üzerinden tanıyor ve tanımlıyoruz! Âşık Veysel’i kendisine rehber edindiğini söyleyenlerden kimileri bile ne yazık ki bu kalıplar üzerinden yapıyor değerlendirmelerini! Yani; Âşık Veysel’i “bize göre” anlatmak, “kendimize uydurabilmek” ne yazık ki çoğumuza yetiyor bugün!
Mesela… Türkiye’yi bölmek isteyenlerin hem dinî hem siyasî yollarla en çok kullanmak istediği -yumuşak karnımız hâline getirilmiş- sorunlarımızın önde geleni olan Alevî-Sünnî ayrıştırılmasını sağlıklı anlamak adına gerçekten kulak verdik mi Âşık Veysel’e? Yoksa bu konuda bütün derdi “varvara” olanların ağızlarının içine bakmayı, onların peşine takılmayı mı tercih ettik…
O’nun “menfaattir varvarası” diye tanımladığı Alevîlik – Sünnîlik meselesini bile günümüze hâkim olan şekilcilik, slogancılık esiri olarak anlamayı sürdürüyorsak, Âşık Veysel’den istifademiz mümkün olabilir mi?
Anadolu irfanının ne olduğunu soranlara tam bir cevap niteliğindeki o duru ve saf düşüncenin mısralara dökülmüş hâli olan “Senlik benlik nedir bırak” şiirini hatırlamak, hele hele üzerinde birazcık olsun düşünmek bile birlik-beraberlik yolunda atılmış büyük bir adımdır:
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürt’ü Türk’ü ve Çerkes’i Hep Âdem’in oğlu kızı Beraberce şehit gazi Yanlış var mı ve neresi
Kur’an’a bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Bin bir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git Yoldan çıkıp olma âsi
Yezit nedir ne Kızılbaş Değil miyiz hep bir kardaş Bizi yakar bizim ateş Söndürmektir tek çâresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu âlemi yaratan bir
Odur külli şeye kâdir
Alevî Sünnîlik nedir
Menfaattir varvarası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur, emir Hak’tan
Rahmet dile sen Allah’tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile
İkilikten gelir belâ
Dâva insanlık dâvası
Evet… Aslında işin püf noktası burası: “Dâva insanlık dâvası…”
Âşık Veysel’in bu mısraları gözlerimizin önüne koyduğu günden bugüne geçen zamana bakarsak, “insanlık dâvası”nı anladığımız, bu uyarıların gereğini yaptığımız söylenebilir mi?
“İnsan” olmanın hiçbir gereğini yerine getirmeden ve bir de siyasete, o siyasete eklemlenmiş bir din anlayışına malzeme ederek; -cı, -ci, -cu, -cü vb. dünyevî ayrıştırmalara hizmet edenler yüzünden bu gün insanlarımızın içine düştüğü çarpıklıkları görmemek mümkün mü?
Topraklarımızın, vatanımızın düşmanlarının bizi bölme emellerine ulaşabilmek için sık sık kullandıkları ayrımcılıklarından birinin de “sağ-sol” ayrıştırması olduğunu ne yazık ki yaşayarak hepimiz biliyoruz… Bu tanımlamanın piyasaya sürüldüğü günlerde dönem ozanlarının hatta aydınlarının birçoğu bilerek bilmeyerek o akıntıya hizmet ederken, Âşık Veysel’i uyarmak(!) isteyenler zaman zaman: “… özellikle 1961 Anayasasından sonra halk ozanlarının çoğu işçinin ve köylünün ekonomik haklarını savunan, kapitalist ve emperyalist düzeni yeren şiirler yazdılar. Sen ise eğitimin, uygarlığın, teknolojinin yararlarını öğen, soy ve mezhep ayrımcılığını yeren dizeler yazmaktan öteye gitmedin. Neden?” tarzında sözlerle uyarmaya cesaret ettiği Âşık Veysel’in verdiği cevap hâlâ taze bir uyarı niteliğindedir:
– Ben körüm, dosdoğru yürümeyip sağa sola saparsam bir çukura yuvarlanırım.
Yani:
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile
İkilikten gelir belâ
Dâva insanlık dâvası…
mısraları mısra olsun diye söylenmemiş!
Âşık Veysel’in vatan sevgisi de şahsıyla sınırlı olmayan, günümüze hatta geleceğe de yol gösterecek duygular manzumesidir:
Vatan sevgisini içten duyanlar
Sıtk ile çalışır benimseyerek
Milletine ulusuna uyanlar
Demez neme lâzım neyime gerek
Her ferdin hakkı var bizimdir vatan
Babamız dedemiz döktüler al kan
Hudut boylarında can verip yatan
Saygıyla anarız şehit diyerek
Vatan aşkı ile çalışan kafa
Muhakkak erişir öndeki safa
Tesir nüfuz olur her bir tarafa
Herkes onu büyük tanır severek
Olmak istiyorsan dünyada mesul
Hakk’a halka yarayacak bir iş tut
Çalıştır oğlunu kızını okut
İnsan olmak için okumak gerek
Vatan bizim ülke bizim el bizim
Emin ol ki her çalışan kol bizim
Ayyıldızlı bayrak bizim mal bizim
Söyle Veysel öğünerek överek
Vatan sevgisi denilen duygu, birkaç süslü sözle geçiştirilecek gibi değildir Âşık Veysel’e göre… Vatanı sevmenin fizikî göstergeleri vardır ama tek başına yeterli olmaz!
Halaskâr Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti anlamak, sevmek ve korumak da bazı çabalar, fedakârlıklar istiyor bizlerden:
Devri Cumhuriyet asırı yirmi
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Dünya ayaklanmış aya gidiyor
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Bırak sar’öküzü varsın yayılsın
Set çekme gözlere herkes ayılsın
Her köşeye bir fabrika koyulsun
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Yürüyen yolcuyu çekme geriye
Dikkat eyle karıncaya arıya
Gidiş böyle kavuşaman huriye
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Zarar gelmez sana kaçınma sazdan
Günahın korkusu çıkmıyor bizden
Vazgeç demiyorum sana namazdan
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Destekle fakiri okut yetimi
Bu hayırlar dinimizce kötü mü
İdrak eyle hidrojeni atomu
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Dökülen yağmurun kilogramı
Ölçmüş biçmiş metre midir kare mi
Çok yatarsın azdırırsın yaramı
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Bu işler bir ibret değil mi bize
Göklere fırlıyor bu kadar füze
İstiyor aydaki sırları çöze
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Diyorlar ki dünya evvel su imiş
Oku anla dünya nedir ne imiş
Yükselenler bilgi ile büyümüş
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Allah’ın varlığı mevcut insanda
İlim akıl fikir sermaye sende
Çalıştır gemiyi otur dümende
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Hiçbir şey bilmezsen dik biraz kavak
Boş gezene derler serseri savak
Yumma gözlerini dünyaya bir bak
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Veysel ne durursun herkes gidiyor
Zaman uymaz sen zamana uy diyor
Fen çok büyük kerameti yutuyor
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Bazı ülkelerin hem başka milletleri hem de kendi yurttaşlarını çeşitli tanımlamalarla yaftaladığı hatta kendi yurttaşlarının bazılarını bile “ikinci sınıf vatandaş” gibi gördüğü gerçeğini bilmeyenimiz yok… Biraz latifeli bir üslupla da olsa Âşık Veysel, bizde de böylesi yaklaşımların görünmeye başladığını fark etmiş olmalı ki ezelî ve ebedî ortamlarda insan hakları dersi olarak kafalara kazınası uyarısını yapmış:
Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?
Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım?
Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum?
Tabiata Veysel âşık
Topraktan olduk kardaşık
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben bac mıyım?
Bu mısralarla, bütün insanların birbiriyle eşit haklara sahip olduğunu bizlere hatırlatan Âşık Veysel, Türkiye’mizin “birlik çimentolarından” biri olduğunu açıkça göstermekte ve bu mısraları gereğini yapmamız için bizlere emanet etmektedir.
Halk ve Hakk âşığı Âşık Veysel Şatıroğlu’nun vefatının üzerinden 50 yıl geçmişken o söyledikleri tazeliğini, güncelliğini koruyorsa ve bizler hâlâ başka başka arayışlardaysak ortada ciddî bir sıkıntı vardır; yanlış vardır!
Oysa sadece aramızdan bedenen ayrılışının her yıldönümünde değil her an Âşık Veysel’i gerçekten anlamaya, tanımaya her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz gerçeğini görebilmeliyiz…
Âşık Veysel, toplumumuzun ihtiyacı olan birçok hastalığımızı şifalandırabilecek, ihtiyaçlarımızı giderebilecek gönül arındırıcılarından sadece biri… O’nsuz geçen bu yarım yüzyılda milletçe yaşadıklarımızı şöyle bir düşününce görüyoruz ki; gerçekten Âşık Veysel’in uyarılarına, fikirlerine, sözlerine, şiirlerine olan ihtiyacımız her geçen gün daha fazla artıyor ama biz başkalarının peşindeyiz…
İtimat edersen benim sözüme
Gel birlik kavline girelim kardaş
Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme
İçip şerbetini duralım kardaş
Son verelim iftiraya bühtana
Kardeşâne sevişelim can cana
Elbirlikle çalışalım vatana
Çok okul, fabrika kuralım kardaş
Yürüyelim Atatürk’ün izine
Boş verelim bozguncular sözüne
Göz atalım şu dünyanın hızına
Yürüyüp hedefe varalım kardaş
Veysel’in sözleri kanun dışı mı?
Mantığa uymazsa kesin başımı
Bana düşman etmiş vatandaşımı
Sebebi ne ise soralım kardaş
Bu şiirinde olduğu gibi kardeş kavgasına itildiğimiz her olay ânında aklımıza gelmesi gereken bu mısralar da Âşık Veysel’e ait ve eskimez uyarılar olarak her daim muhatabını bekliyor:
Bu nasıl kavgalar çirkin dövüşler
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Yolumuza engel olur bu işler
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Birleşiriz bir bayrağın altında
Biz Türklerin ikilik yok aslında
Yanar tutuşuruz vatan aşkında
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Hedef alıp dövüştüğün kardaşın
Seni yaralıyor attığın taşın
Topluma zararlı yersiz savaşın
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Herkes ilim deryasında yüzüyor
Çıkmış ayın çevresinde geziyor
Yazık bize yollarımız uzuyor
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Kitaplar yazılmış nasihat dolu
Birlikte güçlenir gençliğin kolu
Gençliğe emanet Atatürk yolu
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Söyler Veysel sözlerinden vazgeçmez
Bulanık çeşmeden kimse su içmez
Kanadı olmasa kuşlar da uçmaz
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Kendisine başka başka rehberler arayan, bilmediği yollara yönlendirildiğinden habersiz olanlara ne yapmaları, nasıl davranmaları gerektiğine dair söyledikleri de son derece güncel ders niteliğindedir:
Kulak ver sözüme dinle vatandaş
Uyma laklak edip gülüşenlere
Meşgul eder seni işinden eyler
Karışırsın tembel perişanlara
Adım at ileri geriye bakma
Bir sağlam iş tut da elinden bırakma Saçmasapan sözler hep delip takma
Allah’ın yardımı hep çalışanlara
İleriyi gören geriye bakmaz
İnsanlık yolundan dışarı çıkmaz
Allah cömert amma ekmek bırakmaz
Oturup geçmişi konuşanlara
Maziye karışmış yıllar da ay da
Geçmişi konuşmak getirmez fayda
Gören göze ibret vardır her şeyde
Seyret gökyüzünde yarışanlara
Veysel der kafanı nafile yorma
Dünya fani değil çöküp oturma
Adım at ileri avara durma
Yoldaş ol refaha kavuşanlara
Yabancı rehberlerin toplumumuza verdiği zararlar kadar, din adına eksik bilgiye dayalı kendi yorumlarını anlatan, dini ifrat – tefrit çizgisinde anlayıp çevresine de bu yanlışını adeta “din” gibi dayatanlara karşı dikkatli olunması gerektiğine de dikkat çekmiş Âşık Veysel:
Ey hocam karışma Hikmetullah’a
O derya derindir giren boğulur
Allah birdir inanmışız Allah’a
İki diyen o dergâhtan kovulur
Aslım Türk’tür Elhamdüllah Müslüman Şükür Amentü’ye etmişiz iman
Kalbime yaraşmaz şirk ile güman
Kalbimiz nur ile dolu sayılır
Karışma hikmete hâlini konuş
Müşkülat var ise üstad bul danış
Bu sırrın aslına eren olmamış
Bir ermiş var ise velî sayılır
Sen mi attın dünyanın temel taşını
Ne bilirsin Yaradan’ın işini
Görsene dünyanın yürüyüşünü
Burdan söylen Vaşington’da duyulur
Yürü ileriye bakma geriye
Nasıl işler bakmaz mısın arıya
Nar’d Allah’ın Nur’d Allah’ın Nurriye
Cehennem yobazın yolu sayılır
Cahil ile sohbet etmek zor olur
Kulağı sağırdır gözü kör olur
Her sözünde kavga niza var olur
Cahiller dikenli çalı sayılır
Yetişmiycek yere elin uzatma
Ben bilirim diye halkı aldatma
Manasız mantıksız kem laf sarf etme
Boş sözler kavganın dili sayılır
Baykuş gibi durup durma yuvada
İnsanlar kuş olmuş gezer havada
Giriş Veysel kollarını sıva da
Çalışan Allah’ın kulu sayılır
Çıkarları için her türlü ahlaksızlığa sapanlara doğru yoldan ayrılmamaları uyarısında bulunurken her dem geçerliliğini koruyan öğütlerini vererek bugünlerimize ışık tutuyor:
Şaşma gönül doğru yoldan
Meydan almaz kuru bühtan
Saz çalarlar sarı telden
Yanık gelir ses ıraktan
Ölün olur dirin olur
Her hususta kâ rın olur
İki cihan yerin olur
Ayrılmazsan doğru yoldan
Çalış kazan helâlinden
Feragat et el malından
Gelip geçen evvelinden
Ne götürmüş azdan çoktan
Sohbet etme kötü ile
Güreş etme katı ile
Gitme hırsın atı ile
Sakın hileden tuzaktan
Veysel sözün bir söz olsun
Çokça sabır hırs az olsun
İnce eğir ip düz olsun
Geçeceksin bu taraktan
Peki, bunca uyarıya rağmen insanoğlu neden doğru yoldan sapar, yanlış işlere girer? Sebepleriyle beraber, neden böyle olduğunu anlatırken, dinleyecek olanlar için uyarılarını da sıralamış Âşık Veysel:
İnsanoğlu doğru yoldan şaşmazdı
İşte hile sözde yalan olmasa
Türlü türlü felâkete düşmezdi
İşte hile sözde yalan olmasa
İstemezdi alış verişte senet
Kafalara yerleşmezdi ihanet
Ne zina olurdu ne çapkın evlat
İşte hile sözde yalan olmasa
Ne bir yetim hakkı ne de bir rüşvet
Yanmazdı gönüller olurdu hep şâd
Derdim anlatırken denmezdi kapat
İşte hile sözde yalan olmasa
Bu güzel sohbette olmazdı fis fis
Çirkin işe meyyal olmazdı nefis
Ne cinayet ne hırsızlık ne hapis
İşte hile sözde yalan olmasa
Ortadan kalkardı günah musibet
Aşikâr olurdu hak ve hakikat
Herkes için açık olurdu Cennet
İşte hile sözde yalan olmasa
Tamu’da olmazdı kullara ceza
Olsa temiz ahlâk ve hüsn-i rıza
Hiç şüphe girmezdi gönüle göze
İşte hile sözde yalan olmasa
Yalancılar belki kızar bu işe
Yalan ayaktadır çıkamaz başa
Kemlik düşünür mü kardeş kardeşe
İşte hile sözde yalan olmasa
Veysel bu yollarda sarf eder nefes
Herkesin elinde gezer bir kafes
Bin bir türlü derdi çeker mi herkes
İşte hile sözde yalan olmasa
Ozanlarımızın en sık kullandığı nasihat tarzlarından biri de kendi gönlüyle söyleşiyormuş gibi ördüğü mısralarda gizlidir… Toplumu ayakta tutan unsurlardan biri olan âdab-ı muaşeret gibi ve her dönemde insanoğlunun işine yarayacak genel kuralları sıralarken de şu mısralarını rehberimiz olması muradıyla emanet etmiş bizlere Âşık Veysel:
Gönül sana nasihatım
Çağrılmazsan varma gönül
Seni sevmezse bir güzel
Bağlanıp da durma gönül
Ne gezersin Şam’ı Şark’ı
Yok mu sende hiçbir korku
Terk edersin evi barkı
Beni boşa yorma gönül
Yorulursun gitme yaya
Hükmedersin güne Ay’a
Aşk denilen bir deryaya
Çıkamazsın girme gönül
Ben kocadım sen genceldin
Başa belâ nerden geldin
Gâhi indin gâh yükseldin
Şimdi oldun turna gönül
Bazı zengin bazı züğürt
Bazı usta bazı şagird
Bazı koyun bazı aç kurt
Her irenkten derme gönül
Veysel gönülden ayrılmaz
Gâhi bilir gâhi bilmez
Yalan dünya yarsız olmaz
İster saçı sırma gönül
Günümüzde bütün dünya “doğacı” kesildi ve doğanın önemine vurgu yapmaya, doğa sevgisi ve bilinci oluşturabilmek için uluslararası alanda kampanyalar düzenlemeye başladı… Âşık Veysel ise hem fiiliyatı ile taşlık alanlardan meyva bahçeleri yaparken, bir taraftan da “Kara Toprak” gibi edebiyat tarihimizin klasikleri arasında yerini almış olan şiirleriyle öncülüğünü bir kere daha gösteriyor…
Anadolu’nun tam da bağrında doğup büyüyen, “Kara Toprak”ın önemini bilen, ona aşkını ölümsüzleştiren Âşık Veysel tarımın, tarlanın önemini ihmal etmiş olabilir mi?
Tarlam sana üç yüz fidan aşlasam
Tarla coşar fidan coşar el coşar
Gücüm yetse hemen işe başlasam
Kazma coşar kürek coşar bel coşar
Muhitime örnek olsun maksadım
Sevinir evladım söylenir adım
Hız ile yürürdüm olsa kanadım
Yolcu coşar ayak coşar yol coşar
Çalışırsan toprak verir cömerttir
Emeksiz istemek dermansız derttir
Çalışmak insana büyük servettir
Kese coşar gönül coşar el coşar
Yılda bir kez çiçek açan ağaçlar
Hayatta insana ömür bağışlar
Her taraftan cıvıldaşır o kuşlar
Seher coşar bülbül coşar gül coşar
Güzelim zülüfü küpeyi saklar
Ağacın yaprağı meyvayı koklar
Mehtap ile birleşince yapraklar
Gölge coşar mehtap coşar dal coşar
Yel değdikçe sor ki dallar ne çeker
Irgalanır durmaz coşar hû çeker
Demişler ki bu dertleri bu çeker
Saz iniler Veysel ağlar tel coşar
Özellikle son yıllarda dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bizim ormanlarımızda da çeşitli sebeplere dayanarak da olsa çıkan orman yangınları yüreklerimizi de yakıyor… Âşık Veysel’in “Orman” konusunda yaptığı uyarılar dikkate alınsa, okullarımızda ve her alanda bu bilinç aşılansaydı, ormanlarımızı korumada daha hassas bir toplum olmaz mıydık?
Orman yurdun temelidir
Nesillerin evvelidir
Her sanatın ilk eli’dir
Ormandaki varlığa bak
Orman memleketin süsü
Hem ufağı hem irisi
Her dalında bir kuş sesi
Ormandaki varlığa bak
Güneşten aldığı hızlar
Toplar havayı temizler
Sıhhatli yaşarız bizler
Ormandaki varlığa bak
Orman yurdun öz evlâdı
Ormansız yok dünya tadı
Cümle işlerin kanadı
Ormandaki varlığa bak
En sevimli meyv’ağacı
Ormandan gelmiş anacı
Meyvesi doyurur açı
Ormandaki varlığa bak
Yeryüzünde fabrikalar
Ormandandır antikalar
Türlü kumaş çok maddeler
Ormandaki varlığa bak
Taş eritir toprak yapar
Meyve çiçek yaprak yapar
Birçok hastalığa siper
Ormandaki varlığa bak
Ormansız dağ kayak olur
Dağları tutar bağ olur
Düşer yaprak toprak olur
Ormandaki varlığa bak
Çiçek açar irenk irenk
Dağları süsler gülerek
Selleri önler emerek
Ormandaki varlığa bak
Bizi besler kaşık olur
Kapı süve eşik olur
Tabut olur beşik olur
Ormandaki varlığa bak
En adisi ateş olur
Çiği pişirir aş olur
En kıymetli kumaş olur
Ormandaki varlığa bak
Gemi olur suda yüzer
Uçak olur gökte gezer
Kalem kâğıt neler yazar
Ormandaki varlığa bak
İçin için inlemesi
Ne hoş olur dinlemesi
Ağaç çalgının esası
Ormandaki varlığa bak
Veysel sever ağaçları
Dalında öten kuşları
Orman yapar her işleri
Ormandaki varlığa bak
Başta da ifade ettiğim gibi Âşık Veysel, daima birlik beraberlik öğütleri verdi. Bu noktada atılması gereken adımlardan biri olarak da eğitimi, okulu kurtarıcı olarak gösterdi…
Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; edebiyatımızda, milletimizin dünya devletleri arasındaki geri kalmışlığını görüp, sebebinin bilgisizliğimiz ve cehaletimiz olduğu gerçeğini açıkça ifade eden bir isim Mehmed Âkif Ersoy ise bir diğeri de Âşık Veysel’dir… Bu her iki kıymetimiz de kişi ya da topluluklarla uğraşmak yerine daima bütün şiirlerinde, sözlerinde toplumdaki genel hataları görüp uyarılarını ona göre yapmışlardır…
İşte Âşık Veysel bu bakış açısı doğrultusunda, toplumda gördüğü cehaleti ve yol açtığı zararları gidermenin yolu olarak okumayı ve okulu tavsiye ediyor:
Dünyanın en zengin aklını gördüm
Sermayesin sordum dedi ki okul
İnsanlara hizmet yaptığın yardım
Merhametim duygum dedi ki okul
Sudan ateş yapan ne güzel sanat
Dünyayı ışığa kaplarsın kat kat
Fikr ile mi ettin bunları icat
Rehiberim oldu dedi ki okul
Bu bir keramet mi yoksa hüner mi
Göz görmezse gönül buna kanar mı
Öküzler tarlada sapan döner mi
Eker biçer motor dedi ki okul
Kanat takar gökyüzünde uçarsın
Denizleri müdanasız geçersin
Soğuğu yağmuru nasıl seçersin
Rasathane kurmuş dedi ki okul
Çeşitli taşıtlar bir de tirenler
Hekim olup her yareyi saranlar
Bunu sen mi yaptın yoksa erenler
Daha neler yapar dedi ki okul
Radyolar hayrete düşürdü beni
Her dilden biliyor yok amma canı
İlim akıl fikir yaratmış bunu
Lambası dalgası dedi ki okul
İnsanlar kafası bunları bulan
İlimdir dünyada hakikat olan
Bütün bu işlerin temelin kuran
İnan buna Veysel dedi ki okul
İslâm’da gelen ilk emrin “Oku” olduğu gerçeği ortadayken, Hz. Ali “İlmin kapısı” olarak tanımlanmış ve “ilim bütün müminlere farz” kılınmışken hem de dini referansmış gibi göstermeye çalışıp okula, eğitime karşı çıkanlara, çocuklarını hele hele kız çocuklarını okula yollamayanlara Âşık Veysel’in başka uyarıları da olmaz mı?
Oku benim cici yavrum
Okul Cennet meyvesidir
Okuldadır türlü san’at
Medeniyet membasıdır
Okuldadır cümle varlık
Hiçbir türlü çekmen darlık
Okuldadır dirlik birlik
Birlik yurdun ihyasıdır
Yürü yavrum okuluna
Altın bilezik koluna
Hem kızına hem oğluna
İlim irfan yuvasıdır
Okul yurdun can damarı
Okul korur namus arı
Okul istikbal yolları
Görenlerin görmesidir
Okul bilir doğru yolu
Okuldur yurdun temeli
Mürşit ilimdir bilmeli
Bu ses Ata’nın sesidir
Oku çalış bul hidayet
Mesut olur yaşar hayat
Veysel bunu der nihayet
Okul ilim deryasıdır
Okul okumayan, ilim öğrenmeyenin cahil kalacağı ve cicili bicili gördüğü her söze aldanacağı üstüne sayısız kıssası olan bir ülkenin evlatları olarak, aynı yolda yürürken Âşık Veysel’in cahil ve cahiller konusundaki uyarısını ne zaman ciddiye almayı düşünüyoruz dersiniz?
Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır
Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Vızvız eden her sineğin bal’olmaz
Peteksiz arının balı yalandır
İnsan bir deryadır ilimle mahir
İlimsiz insanın şöhreti zâhir
Cahilden iyilik beklenmez âhir
İşlediği amel hâli yalandır
Cahil okur amma âlim olamaz
Kâmillik ilmini herkes bilemez
Veysel bu sözlerin halka yaramaz
Sonra sana derler deli yalandır
Âşık Veysel’i anlama noktasında bugüne kadar yeterli duyarlılığı gösterdiğimiz söylenemez. Benliklerindeki yabancı beslemesi kurtçuklara teslim olmuşların Âşık Veysel’i anlamaları da mümkün değil zaten! Ama onları bulundukları noktada bırakıp, âşığın sazının tınısında, sözünün peşinde olanların kazançlı çıkacağı kesin.
Bütün toplumun Âşık Veysel çizgisine gelmesinden zararı olanların, çıkar çarkları zedelenecek olanların Veysel’in anlaşılmasından rahatsızlık duymaları da normal değil mi? Böyleleri her dönemde türküye, dolayısıyla da türkünün taşıdığı, temsil ettiği ruha gizli açık karşı olmuştur.
Eğer siz iyi niyetli, kendi kültürüne düşman biri değilseniz mutlaka türkülerimize kulak kabartırsınız… Çünkü türkülerimiz; asırlardır bizi söyler, bizi anlatır ve bizi heyecanlandırır… Ama çeşitli gerekçelere dayanarak, duygularımızı eğitip terbiye eden ve bizleri tını tını geçmişimize bağlayan türkülerimiz zaman zaman baskılara hatta yasaklamalara bile uğradı maalesef! Çeşitli gerekçelerle dejenere etmek isteyenler, ruhunu özünü çarpıtmak isteyenler de oldu… Hâlâ da olduğu gibi… Ama Âşık Veysel’e kulak verenler, türküyle “nefes” alanların doğrudaki ısrarlarıyla hatalı yaklaşımların zararları bertaraf edilmiş oldu!
Âdeta bir manifesto sayabileceğimiz bu şiirinde de Âşık Veysel, bütün ustalığını konuşturup, her zaman övündüğü Türklüğüyle türkülerin kapsayıcılığını, besleyiciliğini mısra mısra önümüze koyuyor:
Dünya dolsa şarkıyınan
Türk’üz türkü çığırırız
Yola gitmek korkuyunan
Türk’üz türkü çığırırız
Türk’üz Türkler yoldaşımız
Hesaba gelmez yaşımız
Nerde olsa savaşımız
Türk’üz türkü çığırırız
Türklerdir bizim atamız
Halis Türk’üz kanı temiz
Şarkı gazeldir hatamız
Türk’üz türkü çığırırız
Bayramlarda düğünlerde
Toplantıda yığınlarda
Sıkılınca dar günlerde
Türk’üz türkü çığırırız
Yaylalarda yataklarda
Odalarda otaklarda
Koyun gibi koytaklarda
Türk’üz türkü çığırırız
Su başında sulaklarda
Türk’ün sesi kulaklarda
Beşiklerde beleklerde
Türk’üz türkü çığırırız
Hep beraber gelin kızlar
Bile coşar o yıldızlar
Koşulunca çifte sazlar
Türk’üz türkü çığırırız
İnler Veysel arı gibi
Bülbüllerin zârı gibi
Turnalar katarı gibi
Türk’üz türkü çığırırız
Âşık Veysel’in, insanoğlunun ömür süresi üzerinden ve insanın hayatta karşılaşacağı dertlerin üzerinden yaptığı uyarı da her dem tazeliğini koruyan mısralar olarak ilgimizi bekliyor!
Seksen yıllık yolu biraz düşünek
Enişli yokuşlu yollar nic’olur
Geldik gideceğiz yoktur gitmemek
Kervan geçen gündüz olur gec’olur
Dizildik katara durmaz yürürüz
Akın edip gidenleri görürüz
Ya biz niçin seme serhoş dururuz
Tembelin cebi boş karnı aç olur
Eğer çiftçi isen sarıl tutaktan
Ne ekersen onu biçen topraktan
Yaklaşma tembele geç git uzaktan
Tembelin çenesi gevezec’olur
Karnını doyurmaz tavla domine
Çare düşün bak derdinin em’ine
Bakma hesabına boş ver cemine
Ne derdine derman ne ilaç olur
Ya bir zenaatkâr ya bir memur ol
Düşün her tarafı ehli zamir ol
Eline geçeni harcama bol bol
Beyhude sarf olan altın tunç olur
Hamal isen iskelede mağzada
Mebusvari manto alma avrada
Çiftçi isen çarık işler tarlada
Boyalı iskarpin çirkincen’olur
On kuruş bulursan beşini harca
Doğru hak yoluna düşersin borca
Eğer zengin isen paraca malca
Yabancılar sana kardeş bac’olur
Esnaf isen aç dükkânı pazar et
Eğer seyyah isen geşt ü güzâr et
Aç gözünü bu âleme nazar et
Şimdi genç olanlar sonra koc’olur
Bir şey desem şimdi bana darılın
Dizin tutmaz bir köşeye kurulun
Yolun bitmez belki yolda yorulun
Argın yorgun yola gitmek güç olur
Gençliğinde işe gitmez erinir
Kocalıkta şurda burda sürünür
Paras’olan yiyer giyer barınır
Ecel gelmez belki ölüm geç olur
Başımdan geçeni bir bir anlattım
Ne yanlış söyledim ne yalan kattım
Veysel der alana mücevher sattım
Alan alır almayana ac’olur
Bugün en popüler geçinen kimi “sanatçılar” bile müzik piyasasında gerilemeye başlayınca Âşık Veysel’in veya başkaca ozanların sözlerine sarılması da gösteriyor ki bu toprağın ozanı olmak tam da böyle bir şey!
Şiirlerini ve türkülerini, Batı sazlarıyla ilk söyleyenlerden biri olan Fikret Kızılok sormuş bir gün Âşık Veysel’e:
– Şu sazımı akort et de ver Veysel Baba… Ben, sizden ilham almak istiyorum.
Âşık Veysel’in verdiği cevap, sadece sanatçılarımıza değil, cümle insanımıza, gelenekten beslenmeye cidden niyetli olan herkese ders niteliğindedir:
– Ben sazımı halka göre akort ediyor ve ilhamımı Hakk’tan alıyorum. Siz de böyle hareket ederseniz, sazınız akortlu demektir!
İlhamını Hakk’tan alan, sazını sözünü içinde doğup büyüdüğü ortamdan besleyen ve o ortamın ruhuna uygun harmanlayan, bütün duyguları tamamen Anadolu kokan Âşık Veysel, okul yüzü görmediği hâlde okulun, ilmin bir toplum için önemini mısra mısra örecek kadar bilgiyi, irfanı nasıl edinmiştir?
Sadece bu noktadan bakınca bile fark ediyoruz ki; Âşık Veysel, Anadolu’nun ruhunu her asırda zenginleştiren, nesilden nesile aktaran, yaşadığı ortamı her türlü gösterişten uzak sadelikle yeşerten “ocak”lardan beslenmiş “ârif insan”lardan biridir.
Tasavvufun derinliklerinden vatan sevgisine, birlik beraberliğin önemini sık sık hatırlatmasından karşılıksız sevginin kıymetine kadar söyledikleriyle daha asırlar boyu Türk milletinin yol göstericilerinden biri olacak olan Âşık Veysel, kendisini övenlere verdiği cevaplarda da bilgeliğini, gönül zenginliğini dile getirmiştir hep…
Dikkatlerimizden kaçmaması gereken gerçeklerden biri şudur ki; bizlere “oku” diyen “okul” diyen, “çalış” diyen, “dürüst ol”, “ikilik çıkarma”, “kalp kırma”, “birlik dirliktir” gibi unutulmaz öğütler veren Âşık Veysel’in bütün bu uyarılarının hepsi de kültür hazinemizin zenginliklerinden sadece birkaçıdır!
Çağrı dergisinde 1959’da yayınlanan bir yazıdan öğreniyoruz ki Feyzi Halıcı, Âşık Veysel’e:
– Halk şiirimizin son gerçek halkası sensin. Senden sonraki halk şiirimiz hakkında ne düşünüyorsun? diye sormuş.
Âşık Veysel bu soruyu:
– Hakkımdaki iyi düşünceler size ait. Ben bunu bilemiyorum. Türk milleti sağ olsun. Analar ne aslanlar doğurur. Benim şiirden kısmetim şu; Bir tabağın içinde bal dolu imiş. Onu, bizden önce gelen şairler yemişler. Biz, kâsenin dibini yalıyoruz. Bize söylenecek söz bırakmamışlar ki! şeklinde cevaplamış ama Feyzi Halıcı da üstelemiş:
– Âşık, kâsenin dibindeki balı da sen yaladığına göre, bundan sonra, kimsenin nasibi olmayacak mı yani?
Bu yorum üzerine Âşık Veysel, her dem geçerli olan ve milletine, kültürüne, toprağına olan inancı özetleyen bir cevap vermiş:
– Arı yok değil ya! Yeniden tabağı doldururlar. Dünyada, ne arı, ne çiçek, ne bal tükenir!
Bu cevabın önemi ve tazeliği; bu milleti millet yapan unsurlara, dinamiklere, Anadolu’nun irfan hazinesine ve üretkenliğine olan inancın ifadesi olarak da başlı başına önem taşımakta…
Aslında günümüzün kimi sıkıntılarını sayarken önemli vurgulardan biri bilhassa gençlerimizin çok kolay biçimde her şeyi elde etmek istemesi, çalışmadan bir şeyler olma isteği sayılabilir…
Takvim 21 Aralık 1972’dir ve Âşık Veysel, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde yatmaktadır. O gün Yaşar Özürküt, yaptığı söyleşinin bir yerinde:
– Diyeceğim ki, Âşık Veysel 2000 yılında, ya da 2100 yılında, Allah hepimize uzun ömür versin ama her hâlde 2000’li yıllarda olmayacağız. Âşık Veysel o kuşağa ne der?
Bu soruya Âşık Veysel’in verdiği cevabı anlamaya ve uygulamaya hepimiz muhtacız:
– Onlara söyleyişim şu olacak: Çalışmak, azim, fikir. Efendime söyleyeyim, bunlar mevcut olacak. Dönmeyecek azminden insanlar. O azminden dönmeyen insan, muhakkak erinde geçinde arzusuna ulaşır. Fakat azim deyince o da biri yani yanlış yola azim etmiş, o muhakkak yolda kalır. Fakat doğru yola azmederse, o kendini bir selamete çıkartır. Ve ismini baki kor dünyada, kendi de bakî kalmış olur. Yoksa yanlış yola azmetmiş, onun muhakkak bir gün kafasına vururlar. Ondan hayır çıkmaz. Çıksa kalsa bile herkes nefret eder. İnsanlar iki şeyle anılır; biri nefretle, biri rahmetle. Nefretle anıldıktan sonra, hiç anılmasın.
Gerek bütün eserlerini okuduğumuzda gerek böylesi hâtıralara kulak kabarttığımızda, Âşık Veysel’i anlamaya her zamankinden fazla muhtaç olduğumuz gerçeğini hatırlıyor ve hatırlatıyoruz!
Çünkü… Toplumların mutlaka yol göstericilere ihtiyacı vardır ve bu bizim toplumumuzda hakiki gönül erleri, ozanlarımız vasıtasıyla gerçekleşir.
Âşık Veysel, Anadolu’nun ortasında, Sivas’ın Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde o günün şartları içerisinde okuldan eğitimden uzak bir beldede ilme – irfana garkolmuşsa, bu Anadolu irfanının sadece kulaktan kulağa değil gönülden gönüle akmasıyla olmaktadır.
Günümüzde bizlere düşen de -elbette- dünyaya gözümüzü kulağımızı kapatmadan kendi kültür hazinemizin sandığını açmaktan geçiyor… Ve orada bizleri Dede Korkut’tan Ahmet Yesevî’ye… Mevlânâ’dan Hacı Bektaş Velî’ye… Yunus Emre’den Fuzûlî’ye, Pîr Sultan Abdal’a… Hatayî’den Eşrefoğlu’na… Seyyid Nesimî’den Kul Himmet’e… Karacaoğlan’dan Emrah’a, Dadaloğlu’na… Sümmanî’den, Âşık Ruhsatî’den, Âşık Ali İzzet’ten Âşık Veysel’e… Birçok rehberimiz bizlerin ilgisini bekliyor.
Bu bekleyişi de doğru okumamız gerek!
Onların bu beklentisi, bugünün yaygın ifadesiyle “tiraj yapmak”, “reyting sağlamak” vb amaçlara yönelik olmamalıdır!
Onların bu beklentisi; gördükleri ve yaşadıkları üzerinden bizlere yaptıkları uyarıları dikkate aldığımızı görmek isteğinden başka bir şey değildir.
Dolayısıyla bizlere düşen, “sağa sola sapmadan”, ozanlarımızın tınısının sesinin sözünün değerini bir an önce anlayıp, bu anlayış ışığında Âşık Veysel’i de doğru dürüst anlayıp, günümüzde yaşamakta olduğumuz dertlerimizi sonlandırma yolunda bir adım atmış olalım!
Âşık Veysel’imizi günümüzde en doğru en sağlıklı hâliyle öğrenmiş, anlamış olanlara ne mutlu…
İşte böylesi isimlerden biri olan Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun, vefaatı ardından Âşık Veysel için yazdığı bu mısralarda, ozanımızı nasıl anlamamız gerektiği kadar O’nun kişilik özelliklerine de vurgu yapılıyor…
Üçlerin, Yedilerin, Kırkların gönülleri
‘Açalım Tanrımız katına el’ dediler
O sırada dünyadan bir haber geldi âni
‘Esmekte yeryüzünde bir çetin yel’ dediler
Ayni haber Uçmak’ta değince gönüllere
‘Saz ve söz erlerinden öldü Veysel’ dediler
Kimi sevinçten kimi tasadan yandı ‘Eyvah!’
‘Üç bin yıllık kopuzdan koptu bir tel’ dediler
Rahmet mi kıyamet mi bu haber neyin nesi
Derken kapı açıldı Veysel’e ‘gel’ dediler
Dokuz huri seğirtti Kevser havzı üstüne
Dokuz tas ayni anda doldu ve ‘al’ dediler
Veysel dokuz doluyu içti dokuz yudumda
Huriler ‘Gitme artık burada kal’ dediler
Ve sundular mübarek Tûba’nın dallarından Yapılmış bir kopuzu ‘söyle ve çal’ dediler
Veysel öptü kopuzu üç kez baş perdesinden
‘Bize Yunus dilinden velvele sal’ dediler
Âşık Veysel gezindi tellerde ağır ağır
‘Türk’ün diline şerbet, ağzına bal’ dediler
Neyleyim şol Cennet’i bendeki aşk olmasa Ervah hep bir ağızdan: ‘Berhüdar ol’ dediler
Ne mutlu Âşık Veysel’imizi bu duygularla anlayan, kavrayan ve anlatanlara!