Ahmet ÖZDEMİR
Âşık Veysel’i bulunduğu ortamlardaki maddi ve manevi kazanımlarını kırkından öncekiler ve sonrakiler olarak iki bölümde incelemek gerekir.
Ona âşıklığın ne demek olduğunu ve vücut bulduğu ortamının geleneksel musikisini zevkini tattıranların başında, gözlerini kaybettiği için “çocuk varsın oyalansın” diye eline saz veren babasıydı. Babası Şatıroğullarından Karaca Ahmet’in Bir amacı daha vardı. “Ben ölünce bu çocuğa kim bakar? Saz çalmayı öğrenirse, çevre köylere götürürler, karnını doyururlar” diye düşünüyordu.
Dert yandığı Ortaköy’de Mustafa Abdal Dergâhı’ndan Hakkı Baba, bir saz verdi. Babası, ona Pir Sultan Abdal, Hüseyin, Kul Sabri; Veyseli, Kemter Baba, Veli, Kul Abdal, Hıdır ve Sıtkı’dan demeler söyleyip ezberletti.
Hepsi de Emlek yöresinin âşıklarıydı.
Dış çevreden, Dertli, Gevheri, Emrah, Karacaoğlan gibi pek çok âşık vardı.
Âşık Veysel ilk eğitimini, tekke kültüründen almıştı. Fiziki durumu çocuk yaşlarda tekkelere gitme imkânı vermese bile, başta babası olmak üzere tekkelerle ilişkisi olan kişilerin bulundukları ortamda büyümüştü. Zamanın tekkeleri Bektaşi ve Alevi ocakları, kültür yuvalarıydı.
Edindiği Yunus felsefesi, Ortaköy Mustafa Abdal ve eşinin bağlı olduğu Yalıncak Baba tekkelerinde geçirdiği zamanların armağanıydı.
İlk öğrendiği türkülerden biri Çamşıhı yöresinden gelip Sivrialan ve çevresinde dedelik görevi de yapan Âşık Aliağa’dan bir uzun hava olmuştu: “Ağgül seni cemekanda görmüşler” uzun havası ki, ilk okuduğu plakta yer almıştı. Babasının arkadaşlarından Molla Hüseyin hem sazına düzen veriyor hem türkü dağarcığına yenilerini ekliyordu.
1930’lu yılların öncesinde de Emlek yöresinde söylenen türkülerden bazılarını Emlek yöresinden kente, Sivas Aşıklar Bayramına getirmişti:
Etkinliğin ilk gecesinde çığırdığı türkülerin ilki Çamşıhılı Ali Ağa’dan öğrendiği Kul Abdal’ın deyişiydi:
Takdirden gelene tedbir kılınmaz
Ne kılayım çare ben şimden geri
Yaram türlü türlü merhem bulunmaz
İstersen merhem çal şimden geri
Geçti gitti muhabbet cağı
İrakip bahçeye kurmuş otağı
Yıkılsın çevresi bostanı bağı
Eğilsin bağına bar şimden geri
Kul Abdal’ım yalan dünya vefasız
Alemde bir yâre düştüm devasız
Sen bana yar olman be hey vefasız
Var kimin olursan ol şimden geri
Kendi haline uygun bir türküydü. Sonra yanık sesiyle Ercişli Emrah’tan bir semaiyi seslendirdi:
“Seherde ağlayan bülbül / Sen ağlama ben ağlayım / Ciğerim dağlayan bülbül / Sen ağlama ben ağlayım…..”
Üç gün süren etkinlik boyunca Veysel, Emlek yöresinde söylenen anonim “Ne ötersin dertli dertli / Dayanamam zara bülbül / Hem dertliyim hem firkatli / Yakma beni nara bülbül // Ötme bülbül ötme bülbül / Derdi derde katma bülbül / Benim derdim bana yeter / Bir dert de sen etme bülbül ….” sözleri ile başlayan türküyü de seslendirmişti. Bir de Karacaoğlan türküsü vardı.
“Ben meylimi üç güzele düşürdüm / Biri Şemsi, biri Kamer, ill’Elif / Onların aşkıyla aklım şaşırdım / Biri Şemsi, biri Kamer, ill’Elif …” (ill’Elif: ille Elif)
Âşık Veysel, Gelenekten aldığı birikimlerine kendi bilge kişiliğini, sanatını yeteneğini ekledi.
Görme duyusunun eksikliğini işitme duyusunu güçlendirdi. Kulaktan duyarak öğrenmeye dayalı musiki dünyasında yöreye ilişkin Hıdır Dede, Emlek, Çamşıhı, Arguvan ağızlarının özellikleri vardı. Ama, giderek kendi tavrının mührünü vurmuştu.
Duyduklarının ve kendine özgün olan deyişlerinin tümünü saklayacak müthiş hafızaya sahipti. Eserlerinin tümünü ezbere okuyabiliyor, çalıp çığırabiliyordu.